yakamozun güncesi: Bugün ve Dünden Kalanlar...

24 Şubat 2011 Perşembe

Bugün ve Dünden Kalanlar...

Aslında pek bir şey değişmedi ama hala içimde bir sızı hissediyorum en derinlerde kaçmak istediğim ama kaçamadığım bazen boş beyaz bir sayfa gibi olmayı diliyorum .... Ne yazık ki artık kalbin kadar temiz bir sayfada diye başlayan cümleleri kuracak kadar genç değilim ...Aslında hissettiğimiz yaştayız derler acaba ben kaç yaşındayım...

Hayatın depresif anlarını yaşamaktayım tabii bu kadarda değil hala hayatın drama tadında olmasını da diliyorum...İşte o nedenle en sevdiğim filmden başlayacağım bugün ...



İsmi AMELİE...
Fransız filmi tipik bir film değil masalsı bir boyutu var hayata mesajlar veren dolu ama küçük bir mahalle ve bar arasında süregelen sıcacık bir film ...
Acaba izledin mi ? Merak ediyorum...

KONUSU:(Vikipedi'den alıntıdır.)


Amélie Poulain, bir doktor olan babası tarafından diğer çocuklardan, kalp hastalığı olduğu gerekçesiyle, uzak yetiştirilen bir çocuktur. Aslına bakılırsa babasının yanlış bir teşhisidir bu, çünkü Amélie’nin babasıyla kurduğu nadir fiziksel temas babasının sağlık kontrolleriyle gerçekleşmektedir ve bu kontroller sırasında Amélie heyecanlanmakta, kalp atışı hızlanmaktadır. Amélie’nin annesiyse, en az babası kadar nevrotik bir kadındır. Amélie küçük bir çocukken, annesi, Notre Dame Kilisesi’nin tepesinden atlayan bir kadının üzerine düşmesi sonucu vefat etmiştir. Böylece babası daha da sessiz ve silik biri olmuş, kendisini eşi için ilginç bir anıt mezar düzenlemeye adamıştır. Amélie de bu yalnızlığın ortasında kendini eğlendirebilmek için, oldukça ilginç ve derin bir hayalgücü geliştirmiştir.
Büyüdüğünde, Amélie Montmartre’da bir café olan ve eski bir sirk göstericisi tarafından yönetilip, birçok ilginç kişinin çalıştığı Çift Değirmen’de garson olarak çalışmaya başlar. 22 yaşındayken, Amélie için hayat oldukça basittir; kahramanımız birkaç başarısız romantik ilişki denemesi sonucunda, kendisini crème brûlées’siyle bir çaykaşığı ile oynamak, gün ışığında Paris’te yürüyüşe çıkmak, St. Martin’s Kanalı’nda taş sektirmek, yüzeyi hoşuna giden taşları toplamak gibi çeşitli küçük zevklere adamış ve hayalgücünü tamamen serbest bırakmıştır.
Hayatı, Prenses Diana’nın öldüğü gün değişmeye başlar. Haberlerden duyduğu şoku takiben yaşadığı bir dizi olay sonucunda, gevşemiş bir banyo fayansının arkasında, bir çocuğun yıllar önce saklamış olduğu metal bir kutu bulur ve bu kutunun sahibini aramaya başlar. Bu arayış içerisinde kendisiyle bir anlaşma yapar; eğer kutunun sahibini bulursa, hayatını iyiliğe adayacaktır. Bulamazsa da… Ne yapalım.
Pek çok yanlış tahminin ardından, kendisiyle aynı apartmanda yaşayan “kristal adam” lakaplı ressam Raymond Dufayel’in yardımıyla, kutunun gerçek sahibini bulur ve çeşitli numaralarla kutuyu sahibine iletir. Ardından adamı gözler ve üzerinde yarattığı mutluluğu görünce, diğer insanların hayatında güzel şeyler yapmaya karar verir. Bu Amélie’yi gizli bir adalet sağlayıcı ve koruyucu melek yapar hayatına etki ettiği insanların gözünde. Babasının hep hayalinde olan dünya turuna çıkmasını sağlar, iş arkadaşlarına, apartmanın yöneticisine, manavın çırağı Lucien’e gizlice pek çok iyilik ve sürpriz yapar.
Ancak Amélie diğer insanlarla ilgilenirken, kimse kendisiyle ilgilenmemektedir. Başkalarının mutluluğu yakalaması için uğraşırken, kendi yalnızlığını sorgulamaya başlar. Bu sorgulama, pasaport için fotoğraf çekilen fotoğraf kulübelerinden, kenara atılmış, yabancılara ait vesikalık fotoğrafları toplayan, tuhaf karakter Nino Quincampoix ile olan bağıntısını görünce daha açık ve rahatsız edici olmaya başlar. Her ne kadar Nino’yu kendi yöntemleriyle pek çok dolambaçlı şekilde cezbetmeye çalışsa da, özünde utangaçtır ve Nino’ya yaklaşamamaktadır. Ancak Raymond’ın öğütleri sonunda, başkalarının mutluluğu için uğraşırken kendi mutluluğunu da elde edebileceğini öğrenir...




Bu filmde ne  mi hissettim salt çıkarsız herkese yardım etmeyi kendine görev bilen kızın aslında kendisine de yardım edebileceğiydi...Amelie filmde ihtiyaç duyanların meleği,kötülerin ise cezalandırıcısı olarak harika bir portre çiziyor ...Gerçek aşk yanı başındaydı tabii bu aşkı elde etme süreci de masalsı bir şekilde işlenmişti.Peki aşk neydi belki de bir elmanın diğer yarısı ya da ne kadar uzakta olsa bile aynı şeyleri isteyen,birbirine çok benzeyen iki yürekti...İşte sıcak bir filmi izlemek isterseniz  mutlaka izleyin derim...
Hani sıradan yaşayan biz dünyalıların gerçek aşkı neredeydi bilen var mı? İşte bu soru çoğumuzun cevapsız sorularından birisi... ah evren bana bir cevap ver NEREDE???.....

2 yorum:

  1. Her zaman keşkelerle dolu olan bir hayatım olmayacak derdim kendi kendime. Ama geride bıraktığım yaşantıma baktığımda keşkeler o kadar çok ki...İnsan geriye bakmamalı, herşeyi an be an yaşamalı mıdır?
    Hayır yaşamamalı, çünkü geçmişidir insanın geleceğine yön veren, iç hesaplaşmaladır yaşantısını şekillendiren ve pişmanlıklardır onu kendine getiren...

    YanıtlaSil
  2. bende bir zamanlar kendime muhteşem bir hayatın olacak derdim işte planların deyip kafamda muhteşem listemi yapardım ama zaman geçince şunu fark ettim ki kurduğum herşey birer imkansızlıklar deryası olmuş.Ama şimdi de hayal kuruyorum ve bu sefer yapacağım diyorum kesinlikle.O nedenle de kararlı olmak zorundayız canım

    YanıtlaSil